Hepimizin yasam denen bu zaman zarfinda ögrenecegi dersler var; bu, ölmek üzere olanlarla calisirken özellikle belirginlesir. Ölmek üzere olanlar yasamin sonunda cok sey ögrenir, ama genellikle ögrenilenleri hayata gecirmek icin artik cok gectir. 1995 yilinda, Anneler Gününde, beni kötürüm birakan bir felc gecirdim. Sonraki birkac yilimi ölümün esiginde yasadim. Kimi zaman ölümün birkac hafta icinde kapimi calacagini düsündügüm oldu. Bircok kez, kapimi calmadigi icin hayal kirikligina ugradim, cünkü hazirdim. Fakat ölmedim, cünkü hala yasamin ögrettiklerini, son derslerimi ögreniyorum. Bu dersler yasamlarimizla ilgili nihai gercekler; bunlar hayatin kendisiyle ilgili sirlar. Bir kitap daha yazmak istedim; ölüm ve ölmek degil, yasam ve yasamak üzerine. Hayatimi gercekten böyle mi yasamak istiyorum Her birimiz bir noktada bu soruyu kendimize sorariz. Trajedi, hayatin kisa olmasi degil; cogu zaman geriye dönüp baktigimizda gercekten önemli olani görememis ve onu yasamamis olmamizdir. Iki ünlü yazar, Elisabeth Kübler-Ross ve David Kessler, hayati dolu dolu yasamak, ölüm korkusunu yenmek, icimizdeki kötülükten kurtulmak, kendimizdeki ve baskalarindaki en iyiyi bulmak icin bilmemiz gereken kurallari formüllestirdi. Sevgi ve mutluluk, öfke ve bagislama, kayiplar ve sucluluk duygusu gibi ruhsal dersleri, ölümün esiginde yasayan insanlarin hayat deneyimleriyle harmanladi. Böylelikle korkularimiz, umutlarimiz, iliskilerimiz ve her seyden önce gercekte kim oldugumuz hakkindaki paha bicilemez gercegi ortaya cikardi.
Yasam Dersleri kendisiyle ve dünya ile uyum icinde anlamli bir hayat yasamak isteyen herkes icin... Birbirimizi ve kendimizi iyilestirmek, ruhlarimizi sagaltmak icin...