Kelebeklerin kanat sesleri, ölü dillerin yattigi topraklardan baharla birlikte filiz veren ciceklerin fisiltilari, unutulan sözcüklerin tinilari, ari kovanlarinin ugultusu, terk edilmis bir köskün tarih yüklü taslarinin üzerindeki ayak izlerinin kulaga varmayan sesleri...
Münihte müzik egitimi gören Hamit yazi gecirmek ve abisinin arilarina bakmak icin sevgilisi Hilde ile birlikte 1960 baharinda Istanbula gelir. Son halife Abdülmecidin köskünde kalirlar. Bu köske belli belirsiz baglarla baglanmis kisilerin etrafindaki ask, inanc ve inancsizlik ücgeninde bocalayacagi uzun bir yaz vardir önlerinde. Hamit kendini ailesinin Osmanli gecmisi ile Cuhmuriyet Türkiyesi, inancsizlik ile gizemli Müslüman tarikatlarini kusatan sofuluk, Müslümanligin nostaljik boyutu ile yobazlik arasinda dönen tartismalarin ortasinda bulur. Ugultulu bir ari kovaninin ortasinda... Hildeye düsen de Ikinci Dünya Savasinin acilarinin damgasini vurdugu kendi gecmisiyle yüzlesmektir.
Tehlikeli Akrabalik ve Alman Terbiyesiyle tematik bir bütünlük saglayan ücüncü romani Yolculuk Nereyenin ardindan, Kösk adli dördüncü romaniyla Senocak bir nevi dörtlemeyi; bu dörtlemeyle Yirminci Yüzyilin cesitli devirlerine yayilan gayri resmi Türkiye-Almanya tarihinin icinde dururken, öznellesip güncellesen olaylar etrafinda kurdugu hikayeleri ve az bilinen, unutulmaya terk edilen karsilasmalar silsilesini tamamlamis oluyor.