Yeryüzünün cile sinirinda yasayan cocuklari vardir. Sargilarini kendileri sarar, gözyasini gögüslerine akitirlar. Fakat gariptir onlar, kendi mana dillerine ne kadar yakin olduklarini bilmeden, cehennemin ortasinda cennetin esiginde yasarlar. Yalnizlik zekalari gelismistir, hep biraz yabancidirlar görünüste. Icinden ise hep asina, hep hemhal olurlar. Her seyle.
Mayayi cocuk olmadan büyümek zorunda kalan bu ihtiyar cocuklara yazdim. Bir dil yolculugudur bu benim icin. Ki sonraki bütün romanlarimin da mayasinda olan.
Mayanin 20inci yayin yili vesilesiyle simdi kendi izlerimin üzerinden geri dönüp baktigimda bu romana, beni her seferinde kaldigim yerden ileri tasiyor. Hapsetmiyor gecmisime. Bunu da nasil yazmisim diyerek pisman etmiyor.
Romanin önceki baskilardan birinde kullanilan bir cümleyi buraya da alintilayarak okurun Maya ile tanismasina bir katki sunmak istiyorum.
Türkce edebiyatta cok sik rastlanmayan bir üslupla, tek basina büyümek zorunda kalan kiz cocugunun agzindan yazilan bu roman Cocuksu, naif ve hamasi bir dile yaslanmadan, saf edebiyatin topraginda yeseriyor. Yorum, okurun.
Hala bana el sallayan iyi insanlari secebiliyorum. Ancak onlara bir türlü karsilik vermek gelmiyor icimden. Bazen kaktüs mezarliginda burnuma cam kokulari geliyor, yerde kozalaklar görüyorum. Kangren olmus ayaklarim, bir korkulugunki gibi cansiz artik.