Demir kaydiraklardan bosaltilan taslar, tuglalar, beton parcalari, camlar, cerceveler. Önce gökyüzünü yirtarak gelen bomba sesi. Süratle yaklasan, huzursuzluk yüklü ugultu. Ve yükün demir konteynerlere inmesiyle siddetli patlama. Sonra yeniden aynisi. Sonra yine. Beton bombardimani altinda bir sehir. Yikilan mahallede döne döne dans edenler. Cifler halinde. Hep ayni figürlerle. Moral bozucu bir ciddiyetle. Gözlerimi kapadim. Koyu yesil kanepeye uzanmis, insaat gürültülerini dinleyerek Elifi bekliyordum. Kanser gibi büyüyen, baskalasan sehir ve o sehir hakkinda kitap hazirlamak isteyen genc bir editör. Daha dün burada olan ve hepsi birer hatiraya dönüsen evler, sokaklar, kitapcilar. Dipten gelen insaat ugultusu... Günbegün gerceklik algisini yitiren, cevresini, sesini ve en sonunda yüzünü taniyamayan bir Kahraman... Hakan Bicakci, kaybolan maziyi, vincleri, kamyonlari, sahte ay isigini, uykusuzlugu, kötü rüyalari anlatiyor. Görünmez elin hirsla yirttigi sayfalar... Uyku Sersemi, kayip bir sehir rehberi. Bir yikim günlügü.